Makalelerimiz - MAHKEME KARARLARININ İNFAZ ZORUNLULUĞU VE ÖNEMLİ BİR HÜKÜM

MAHKEME KARARLARININ İNFAZ ZORUNLULUĞU VE ÖNEMLİ BİR HÜKÜM:

Av. Nazlı Gaye ALPASLAN                                                          

İzmir Barosu Avukatı

2577 sayılı İYUK’nun 28/1. madde hükmünde yer alan  yasal düzenleme gereği olarak, “kararların sonuçları”  madde başlığında  idari yargı yerlerince verilen kararların  gereklerinin yerine getirilmesi  zorunludur.  Bu zorunluluk, hem 2577 sayılı yasanın 28. maddesi hükmünde olup ve hem de TC Anayasasının  138. maddesinin   temel bir hükmüdür.  Anayasamızın 138. maddesine göre; “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır;  bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”  bu ana kanun  hükmü gereği  hukuk devleti ilkesi ve hukuka  bağlılık  idare anlayışının anayasal  bir buyruğudur.  Bu  anayasal buyruk gereği 2577 sayılı İYUK’nun 28. maddesinde,  idari yargı kararları bakımından  kanun hükmü olarak yerini almıştır. 

Her idari yargı kararı, bir gereğin yerine getirilmesi için verilir.  Ancak, her idari yargı kararının  gereklerinin yerine getirilmesi, 2577 sayılı İYUK’nun 28. maddesine göre olmaz. Madde, 1. fıkrasında, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin icaplarına göre idare tarafından işlem tesis edilmesi veya eylemde bulunulması zorunlu kararlarının, esasa ve yürütmenin  durdurulmasına ilişkin kararlar olduğu belirtmektedir. O halde, her şeyden önce, idari yargı yerlerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının tanımlanması ve bu kararlardan hangilerinin icaplarının 28. maddenin öngördüğü biçimde yerine getirilmesinin gerekli olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. 

İhtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk  uygulamalarında  mükelleflerin  açtıkları davalarda  kararın  yerine getirilmesi  durumunda  vergi mahkemesi kararı yeterli görülmemekte, ancak bu kararların  kesinleşmesi ve  Danıştay tarafından verilecek son karara göre işlem yapılmaktadır.  Bu uygulama şekli esasen  hukuka uyarlı bir uygulama biçimi değildir. Zira,  idarenin  nihai merci kararını beklemesi  uygulamada zaman  almaktadır.   Dolayısıyla sürecin uzaması halinde mükellefler çoğu zaman  mağdur  olmaktadırlar.   Böylece mükellefler, vergi mahkemesindeki kazandıkları davalar dolayısıyla vergi daireleri mükellefin  teminatlarını iade etmemekte veya  Danıştay nihai kararına göre  gayrimenkul üzerindeki  daha evvelce koydukları hacizleri  çözmemektedir.   İYUK’nun 28. maddesinde ısrarla ihtiyati haciz veya normal haciz uygulamaları ile ilgili davalarda  verilen kararlar hakkında  28. maddenin getirdiği düzenleme  esasen  mükellef haklarına aykırılık teşkil etmektedir.  Yine aynı şekilde mahkeme kararlarının infaz edilmeyişi  haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda  mükellefin  kazanmış olduğu  ve lehine verilen  hükmün bu aşamada  hiçbir etkisi  olmamaktadır.  Dolayısıyla, Danıştay tarafından verilecek kesin karara göre işlem tesisi uygulamada mükellefleri mağdur etmekte ve gayrimenkulleri üzerindeki hacizlerin kaldırılması  uzunca ve yıllarca  devam etmektedir.  Bu durum davasını kazanan  mükellef yönünden  esasen  Danıştay kararının   gelmesi   veya beklenilmesi mükellef hakları  açısından  sakıncalı bir  durumdur. 

6183 sayılı kanuna göre, yapılan haciz işlemlerine karşı idari dava açılıp  açılmayacağı da  ayrı bir tartışma konusunu oluşturmaktadır.   6183  sayılı   kanunda haciz işlemlerine karşı dava  açılacağına dair bir hüküm  bulunmamakla birlikte, aynı kanunun 15. maddesinde, ihtiyati hacze karşı 7 gün içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır. 

Amme borçlusu, haciz işlemlerine karşı idari dava açabilir. Ancak bu dava sadece, yapılan haczin usul ve tatbikine yönelik olabilir. Miktar ve mahiyet olarak kesinleşmiş   amme borcunun  mahiyeti ve tutarını idari dava konusu yapmak mümkün olmamaktadır. Haciz tatbik edilmiş  amme borçlusu,  sadece haciz işleminin usul ve uygulaması, ödeme emrinin tebliğ edilmemiş olması  ile  haczedilmeyecek  haczedilmiş olması nedeniyle dava  açabilecektir. 

Bu durumda dava açma süresi; haciz işleminin amme borçlusunun huzurunda yapılmış olması durumunda haciz işleminin yapıldığı günden, haciz işlemi amme borçlusunun gıyabında yapılmış ise haciz tutanağının borçluya tebliğ edildiği tarihten, üçüncü kişilerdeki alacak ve haklar ile gayrimenkullerin haczinde ise haciz işleminin borçlu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren 30 gündür. Bu gibi durumlarda da mükellefin açacağı davalarda vergi mahkemesinde davasını kazanması haczin kaldırılması için yeterli görülmemektedir. Bu gibi durumlarda da yine vergi mahkemesi kararının Danıştay tarafından tasdik edilerek kesinleşmesi ve bu kesinleşmeye göre de İYUK md. 28/1. hükmüne göre hareket edilmektedir. Bu noktada idarenin hakları ile mükellef haklarının eşit olarak dengelenmediği görmekteyiz. Konu üzerinde ileriki çalışmaları-mızda ayrıntılı olarak incelemelerimizi devam ettireceğiz.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir karar ile İYUK md. 28/1 hükmü iptal edilmiştir. Bu durumda, artık mahkeme kararlarının kesinleşmesi beklenilmeden infazı zorunlu hale gelmiştir.

Copyright © 2014 NGA Vergi Hukuku Ofisi